• Bir not...

    Kendimce karalamak, yazma ve düşünebilme yetimi arttırabilmek adına bu blogu kurdum. Umarım hedeflerime ulaşabilirim

  • Bir not...

    Kendimce karalamak, yazma ve düşünebilme yetimi arttırabilmek adına bu blogu kurdum. Umarım hedeflerime ulaşabilirim

Çağın Tehlikeli Hastalığı : "KİBİR"

4 Şubat 2012 Cumartesi
Ben bu kelimenin altını bir türlü dolduramıyorum...  TDK daki anlamına göre: kendini beğenme, başkalarından üstün tutma, büyüklenme, benlik, gurur.

Kendi beğenmiş deriz ya çoğu kez çoğu kişiye, bana kalırsa kibir den daha tehlikeli bir şey varsa her durumda olduğu gibi bu durumda da geçerli olan kibrini farkedememe durumudur. Tabi ki bu görüş tamamen bana ait. Katılmak zorunda değilsiniz. Böyle düşünmemin sebebi çevremde bir yığın insan var ve o insanların bir çoğu kibirli olduğunu farketmiyor. (İnşAllah ben bu tafyada yer almıyorumdur.)
Kibir
Kibir
Burnu havada deyimle anlatmaya çalıştığımız kibir durumu insanı mutlu eden değil insanı insanlardan uzaklaştıran bir durumdur. Aynaya baktığımızda kendimizi aslan olarak görüpte kedi olduğumuzu göremememizdir kibir.
İnsan kibrini nasıl farkeder, bu olumsuz durumdan nasıl kurtulur. Valla ben de bu sorunun cevabını bilmiyorum. Ama sanırım dostlara ihtiyacımız var. Gerçek dostlara hem de...

Tevazu
Tevazu durumu bahse mevzu kibrin tezatı olarak toplumda her zaman yer bulur. İnsanlar tarafından sevilir ve desteklenir. İçi dolu bir buğdayın boyun eğmesi gibidir tevazu. Ve konumuzun örneği ise kibirli insan içi boş bir buğday gibi her zaman burnu havada dolaşır...

Neyse toparlayamadım sanırım ama bir ara okuyup daha derli toplu yazmaya çalışacağım inşallah...

KANTEPE

20 Ocak 2012 Cuma
KANTEPE
Bir Neslin İfadesi


          "Bana bir masal anlat baba" diyemeden başladı benim masalım. Kara bulutlar örtmüştü üstümüzü, sanki halimizi yansıtırcasına. 
          Anamın uykusuzluktan ve kaygıdan şişmiş gözleriyle uyandım güne. Uyanamadım belkide... Evde her zaman ki neşenin olmadığını ancak akşam olduğunda anlamıştım. Akşamın koyu karanlığı  üstümüze çökmeden, göklerin gürültüsü henüz bize ulaşamadan, top güllelerinin gümbürtüsü ulaşmıştı köyümüze.
          Uyanmıştım... Uyanmıştık... Geç kalmışlığımıza, çaresizliğimize uyanmıştık bütün benliğimizle.
          Akşamın koyu karanlığını aydınlatan patlamaların eşliğinde kaygıyla bekleyen analarımız rüzgarın kulaklarında ıslık ıslık çaldığını farketmiyordu, farkedemiyordu bile. Geçmişte yaşanan acılar hissediliyordu dimağlarda.
          Bütün gece bu şekilde geçti. Sabahın ilk ışıkları yeni yeni aydınlatıyordu köyümüzü. Caminin minaresinden bir anonsla açtım gözümü. Okulların tatil edildiğini ve 16 yaşından büyük erkeklerin köy meydanında acilen toplanması gerektiğini bildiriyordu. 
                                                                      ***
          Gözleri gökteki bulutlar kadar yüklü anamla helalleştim ve köy meydanının yolunu tuttum. Uyanmıştım...
          Anamın gözyaşları mıydı yağan yoksa yağmur muydu, anlayamadım. Ömrümün en uzun yolunu yürüdüm Hiç ardıma bakmadan, hep ardıma bakarak... Gözlerimin önünden geçen yollar değil de bir film şeridiydi sanki. Geleceğimi görmeden ilerlerken bedenim, gözlerim geçmişin sayfalarındaydı.
          Yine böyle bir sabahtı, pusluydu hava. Ne olduğunu anlayamadığım bir sahneye uyanmıştı gözlerim. Babamın anamdan helallik isteyip evden ayrılmasıyla uyuduğumda gelecekte aynı sahneye uyanacağımı hiç bilememişim. 
          Babamın ayak izlerini takip etmişim farketmeden. Köy meydanına ulaştığımda bir teğmen köylüye sesleniyordu. Seferberlik ilanını ve 16 yaşından büyüklerin askere alınmasını emrediyordu. Tüm yüzlerde bir donukluk vardı. Kadınların gözlerindeki yaşlar bile donmuştu. Ama bu donukluk dondurucu soğuktan değildi.Teğmen bildiriyi okumaya devam ediyordu. Emre itaatsizlik edenlerin vatan haini ilan edileceğini ve idam edileceği emrini okuyordu donuk çehrelere...
          Emir askerdendi, devlettendi. Ta geçmişten gelen, ecdadın bir emriydi. Kanla sulanmış bu topraklarda emre itaatsizlik edecek namert çıkmazdı, çıkmadı da. Yirmisi onsekizinden küçük, otuzyedi kişi silah altına alındık. 
          En küçüklerden birisi de bendim. Yaşım onaltıydı ama şehadet şerbeti içmeyi arzuluyordu bedenim. Babamın yolundan gitmekti emelim. Ne dondurucu soğuk ne de üstüne yattığımız kar üşütmüyordu bedenimizi, kalem yerine silah tutan ellerimizi.
          Üzerine konuşlandığımız tepeyi destek kuvvetleri gelene kadar canımız pahasına korumamız emrediliyordu. Tam otuz yedi can konuşlanmıştık Boztepeye. 
          Üstten mermiyle karışık yağan yağmur, alttan yağmurun etkisiyle eriyen kar ıslatıyordu bedenimizi. 6 gün 7 gece canımız pahasına korumuştuk Boztepeyi. Tepeden aşağıya su yerine kan akıyordu artık. Boztepenin otuz yedi delikanlısı canlarıyla koruyordu, can veriyordu bu tepeye. 
          Yedinci gece son canı da basmıştı bağrına Kantepe. Destek birlikleri o gece ulaşmıştı, yeni adıyla KANTEPEYE.  Burada can veren  otuz yedi yiğit için analar taş başmıştı yüreklerine. 

          Kantepe bir neslin uyanmasını sağladı o gece ve kazıdı hafızalara şu öğüdü silinmemecesine :
                     
                               "Ey Türk evladı Unutma!... 
                                        Düşmanın çok, dostun TEK, 
                                                  Sen sağ oldukça bu vatan bölünmeyecek... "

                                                                                                              İrfan Çelik

Bu ne perhiz Bu ne Lahana Turşusu

18 Ocak 2012 Çarşamba
Kendini adam yerine koyan birileri kalkmış mezopotamya kulüpler birliğini kurmuş. Ha bi de şunu demiş bir beyefendi !!!  :" Devletin spordan elini çekmesini istiyoruz, "Türkiye'nin birlik bütünlüğünden yanayız,...  "...

Adama demezler mi madem birlik beraberlikten yanasınız niye ayrı bir lig kuruyorsunuz, niye özerklik diye bir şey icat ediyorsunuz...

Sinirlerimi hoplatıyorlar. O değil gözümde ve gönlümde kutsal değeri olan insanları hiçe sayacağım o olacak.

İstanbul...

 
© İrfan Ç. | Blogger Blog Templates |